Esselamu aleykum ve rahmetullah sevgili kardeşlerim.

Yazılarımızda iki haftadır şirkin tarihi geçmişini inceledik ve ilk çıkış hikayesini öğrendik. İslam dininin
ilk muhatapları oldukları için Mekke toplumunun durumunu inceledik. Kendilerine yeni bir mesaj
gönderilmesinin altında yatan etkenleri hep birlikte gözden geçirdik.

Bizim bu tarihi yolculuğa çıkıp şirkin işlendiği toplumları mercek altına almamızdaki amaç, onlarla
günümüz arasında bağlantı kurarak hata edip şirke düştükleri noktaları tesbit edip, aynı hatalara
bizimde düşmemizi engellemektir.

Geri dönüşü olmayan gün gelmeden önce kardeşler olarak birbirimizi uyarmak, affedilmeyecek tek günah olan, tek bir amelimizde dahi bulunsa diğer salih amellerimizin hepsini iptal eden şirk hususunda birbirimizi bilgilendirmek ve bilinçlendirmektir.

Tarihten yaşanmış örneklerle bunu daha iyi anlamamızı sağlamaktır. Fakat bizim tamamen samimi duygular ile yapmış
olduğumuz bu uyarılar bazı kardeşlerimizin hoşuna gitmeyerek hernedense onları rahatsız etmiştir. Şu
husus iyice anlaşılmalıdır ki, bizim gayemiz içimizde kemikleşmiş şirk unsurlarını belirterek kardeşlerimizi
bilinçlendirmektir, kimseyi itham etmek veya müşriklik isnad etmek değildir.

Ayrıca tüm bunları yaparken herkesi memnun edemeyeceğimizde açıktır. Çünkü her zaman hakkı tüm
çıplaklığı ile gördüğü halde kabul etmek istemeyen insanlar hep olagelmiştir. Bizde onların hatırı için
doğruları söylemekten geri duracak değiliz. Umud ediyoruz ki, Rabbim bu kardeşlerimizinde kalplerini
hakka karşı yumuşatır.

Bu açıklamadan sonra, geçen hafta kaldığımız yerden devam ederek Mekkelilerin tanıdıkları, bildikleri
ve bazı özelliklerinde birledikleri Allah’a nasıl ibadet içinde olduklarını inceleyerek bu yolculuğu
sonlandıralım inşaAllah.

MEKKELİLER NAMAZ, ORUÇ, HAC, SADAKA, ADAK, İTİKAF GİBİ AMELLERLE ALLAH’A İBADET EDİYORLARDI

Ebu Zer radıyallahu anh’ın daha İslam gelmezden önce namaz kıldığını şu hadisden öğrenmekteyiz:

Abdullah b. Samit’den rivayete göre, “Ebu Zerr radiyallahu anh ‘Ey kardeşimin oğlu! Rasûlullah sallallahu
aleyhi ve sellem‘e kavuşmadan üç sene önce namaz kılıyordum’ dedi. Abdullah bin Samit ‘Kimin için?’
dedim. Ebu Zerr ‘Allah için’ dedi.” (Müslim)

Aişe radıyallahu anha cahiliye döneminde oruç ibadetini nasıl yerine getirdiklerini bize şöyle haber
veriyor:

Âişe radiyallahu anha şöyle demiştir: “Câhiliyet devrinde Kureyş aşure günü oruç tutar idi. (Hicretten
evvel) Rasûlullah sallallah u aleyhi ve sellem‘de aşure orucu tutardı. Medine’ye geldiği zaman da (âdeti
üzere) bu orucu tuttu ve sahabelerine de bu orucu tutmalarını emretti. (İkinci sene) ramazan orucu farz
kılınınca aşure günü orucunu terk etti. Artık isteyen bu orucu tuttu, dileyen de onu terk etti.(Buhari,
Müslim)

İslam gelmeden önce Mekkeliler kabeyi tavaf ediyor ama safa ile merve arasında tavaf yapmaktan
kaçınıyorlardı. İslam’da bu konu hakkında bir haber gelmeyince müslümanlar gelip Allah Resulune:

“Ey Allah’ın Resulu! Biz cahiliye döneminde Safa ile Merve arasında tavaf etmekten kaçınırdık. Allah
Beyt’i tavaf emrini indirdiği hâlde, Safa ile Merve arasında say’ı zikretmedi. Biz Safa ile Merve arasında
say edersek, bize günah var mıdır?” diye sordular. Bunun üzerine Allah subhanehu ve teala: “Şüphesiz
Safa ile Merve Allah’ın alâmetlerindendir. İşte kim o Beyt’i hacc veya umre kasdı ile ziyaret ederse,
bunları güzelce tavaf etmesinde üzerine bir günah yoktur. Her kim gönüllü olarak bir iyilik yaparsa
şüphesiz Allah kabul eder ve (yapılanı) hakkıyla bilir. ” (Bakara Suresi, 158. ayet) ayetini indirdi. (Buhari,
Müslim)

Ömer radıyallahu anh’ın cahiliye döneminde itikafa girmek için adak adadığını görüyoruz:

Ömer ibnu’l-Hattab radiyallahu anh cahiliyyede Mescidi Haram içinde itikâf etmeyi adamıştı. Müslüman
olduktan sonra Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem Ömer’e hitaben: “Adağını yerine getir.” buyurdu.
(Müslim)

Onların cahiliye döneminde sadaka verdiklerini, köle azad ettiklerini, akrabalık bağlarına özen
gösterdiklerine de şahit oluyoruz:

Hakîm ibn Hızâm radiyallahu anh şöyle demiştir: “Ben ‘Ey Allah’in Resulu. Cahiliyet devrinde kendileriyle
ibadet ede gelmekte olduğum sadaka vermek, köle azad etmek, hısımlık bağımı devam ettirmek
nevi’nden bir takım işler hakkında ne düşünürsün? Bu işlerde benim için ecir ve sevap var mıdır?’ dedim.
Peygamber sallallah u aleyhi ve sellem: ‘Sen, geçmiş olan hayırların üzerine İslâm’a girdin.’ buyurdu.”
(Buhari)

Kardeşlerim, Mekkeliler tüm bu ibadetlerin yanısıra haram aylara saygı duyuyor, Kabenin onarımından
sonra Hacerul-esved taşını yerine koyma şerefine nail olabilmek için birbirleri ile münakaşaya giriyorlar
ve daha sayamayacağımız birçok hususta Allah’a yaklaşmaya çalışıyorlardı.

MEKKELİLERİ MÜŞRİK YAPAN SEBEP ŞEFAATÇİLER, YANİ ARACILAR EDİNMELERİDİR

Kardeşlerim, gördüğümüz gibi Mekkeli müşrikler bizim sandığımız gibi Allah’ı inkâr etmiyor, O’nu
cok iyi tanıyor, biliyor ve birçok ibadet şekliyle Allah’a yaklaşmaya çalışıyorlardı. Fakat bu ibadetlerini
yaparlarken Allah ile aralarına aracılar koyuyor ve bunların kendilerini Allah’a daha çok yaklaştırdıklarını
iddia ediyorlardı. Onların bu durumunu Rabbimiz bize apaçık haber vermektedir:

“İyi bilin ki, halis din (şirkden arındırılmış din) yalnız Allah’ındır. Onu bırakıp da başka dostlar
edinenler, ‘Biz onlara sadece, bizi Allah’a daha çok yaklaştırsınlar diye ibadet ediyoruz.’ diyorlar.
Şüphesiz Allah ayrılığa düştükleri şeyler konusunda aralarında hüküm verecektir. Şüphesiz Allah yalancı
ve nankör olanları doğru yola iletmez.” (Zümer Suresi, 1-3. ayetler)

“Allah’ı bırakıp, kendilerine ne zarar, ne de fayda verebilecek şeylere ibadet ediyorlar ve ‘İşte bunlar
Allah katında bizim şefaatçilerimizdir.’ diyorlar. De ki: ‘Siz, Allah’a göklerde ve yerde Onun bilmediği
bir şeyi mi haber veriyorsunuz?’ O, onların ortak koştukları şeylerden uzaktır, yücedir.” (Yunus Suresi,
18.ayet)

Mekkeliler ile toplumumuzun karşılaştırılmasına tahammülü olmayanlar Rabbimizin bu apacık ayetlerini
nasıl anlıyorlar acaba? Lütfen ayetleri tekrar okuyalım! Tüm zaaflarımızı bir kenara bırakarak okuyalım!
Yapılan hareketler aynı, verilen cevaplar da aynı… Hatta dahası var.

O dönemin müşriklerinin tüm sebeplerin yok olup ölümle burun buruna geldiklerinde, en darda kaldıkları
anda, tüm aracılarını unutup nasıl kendisine dua ettiklerini Rabbimiz bir ayetinde şöyle anlatıyor:

“Sizi karada ve denizde yürüten O’dur; hattâ gemide olduğunuz zamanda da. Nitekim gemi, tatlı bir
rüzgarla içindekileri götürür; onlar da bununla neşelenirler. Derken gemiye şiddetli bir fırtına gelir çatar
her taraftan onlara dalgalar çarpar; sanırlar ki, o dalgalarla çepeçevre kuşatılmışlardır. İşte o zaman, dini
sadece Allah’a has kılarak ‘Eğer bizi bu durumdan kurtarırsan, muhakkak şükredenlerden olacağız.’ diye
O’na duâ ederler.“ (Yunus Suresi,22.ayet)

Rabbimiz olayın sonrasınıda bize şöyle haber vermektedir:

“Gemiye bindikleri zaman, dîni Allah’a hâs kılarak O’na yalvarırlar, fakat onları karaya çıkarıp kurtarınca,
hemen Allah’a şirk koşarlar.“ (Ankebut Suresi,65.ayet)

O dönemim müşrikleri sıkıştıkları anda, darda kaldıklarında, ölümle burun buruna geldiklerinde sadece
Allah’a yalvardıkları halde, şimdikiler esas darda kaldıklarında, sıkıştıkları anda Allah ile aralarına aracı
koyduklarını yardıma çağırıyor, onlardan medet umuyor, onlara dua ediyorlar.

Tüm bu yazılanlardan sonra kardeşlerim, görüldügü gibi önceki toplumlar ile benzer yönlerimiz, ayrılan
yönlerimiz ve bazı konularda birbirimizi geçmiş yönlerimiz bulunmakta. Yukarıda da değindiğimiz
gibi bunları sadece kendimizi muhasabeye çekerek özeleştiri yapmamızı sağlamak, bu fiillerin önceki
ümmetleri helak ettiği gibi bizide helak etmeden önce tedbirimizi almak, yaptığımız amellere güvenerek
şirkin bizden uzak olduğunu düşünmemek için gündeme getirmeye çalıştık. O şirk ki, karıncanın ayak
sesinden daha sessiz ve sinsidir. Üzerinde ne kadar durulsa, gündemde ne kadar tutulsa yeridir.

Son cümle olarak şunu söyleyebiliriz ki kardeşlerim, müslüman kalmamız, kurtuluşa ermemiz ve cennete
girmemiz için sadece Allah’ı tanımamız, bilmemiz ve O’na ibadet etmemiz yeterli değildir. Bunun yanında
tüm ibadetlerimizi şirkden arındırmamız, bunlarda hiç kimseyi ve hiçbirşeyi Allah’a ortak koşmamamız
gerekmektedir.

Rabbimiz Resulü’nün diliyle ibadetlerimizi yerine getirirken bunları sadece kim için yapacağımızı bize
haber vermiştir:

“De ki: ‘Ben, dîni Allah’a hâlis kılarak O’na ibadet etmekle emrolundum. Ve müslümanların ilki olmakla
da emrolundum.’

Yine de ki: ‘Ben Rabbıma karşı geldiğim takdirde, büyük bir günün azabından elbette korkarım.’

De ki: ‘Dînimi Allah’a hâlis kılarak O’na ibadet ederim. Siz de, O’ndan başka dilediğinize ibadet edin.’

De ki: ‘Hüsrana uğrayanlar, kıyamet günü, kendilerini ve ailelerini hüsrana uğratanlardır. Bilesiniz ki, işte
apaçık hüsran budur’” (Zumer Suresi, 11-15.ayetler)

Yazımızı Yusuf aleyhisselamın şu sözleri ile noktalayalım kardeşlerim:

“Ben nefsimi temize çıkaramam; zira nefis Rabbimin acıdıkları dışında, dâima kötülüğü emredicidir.
Şüphesiz Rabbim çok bağışlayıcıdır; çok merhametlidir. (Yusuf Suresi, 53.ayet)

Hepinizi kullarına karşı çok bağışlayıcı ve merhametli olan Allah’a emanet ediyorum…

Saliha Yıldız

Mekkeliler Nasıl Müşrik Bir Toplum Oldu? (1)