CMqN15yWwAERWsy

Osman Radıyallahu Anh’ın hayatından zihinlerimizde en çok iz bırakan ayrıntı O’nun hayası olmuştur sanırım. Rasulümüzün buyurduğuna göre meleklerin bile haya ettiği, edep timsali bir insan. Kapalı kapılar ardında elbiselerini değiştirirken, avret yeri açıkta kalmasın diye belini doğrultmayan  naif sahabe…

Canımız Rasulümüz: ’’Her dinin (kendine özgü) bir ahlakı vardır; İslam Ahlakının özü hayadır.’’ (İbn Mace, Zühd,17) buyuruyor.

Peki hayadan sıyrılan insan hangi dinin mensubudur?

Nasıl yitirdik bu güzel hasleti diye düşünüp duruyorum. Kendisi uzun pardesü ve eşarbıyla gezerken, yanındaki şortlu veya taytlı genç kızı olan, “Şimdi giysin hevesini alsın” diyen anneyi nereye koyacağımı bilemiyorum.

Büyük bir cesaretle Müslüman olduğunu iddia eden ve büyük bir tezatla bikiniyle, mayoyla denize giren, babasının, abisinin, komşusunun, milyon tane erkeğin yanında sere serpe uzanıp yanan kadına,

Giydiği el kadar giysilerden vücudunun her ayrıntısı belli olan, davetkar ve şuh görüntüsünü özgürlük ve modernlik sanan genç kıza, hayayı nasıl anlatacağız çözemiyorum.

Karısı ve kızı yarı çıplak vaziyette aleme seyirlik olurken, buna razı olan, hatta gurur duyan, daha düğün günü karısı dekolteli gelinliğiyle erkeklerin gözü önünde kıvırtan ve bunu normal gören babalara, kocalara nasıl adam denilir, akıl erdiremiyorum.

Başındaki el kadar örtüyle kendini tesettürlü sanan, altına giydiği daracık pantolonla adım atmaya zorlanan, ne zaman uyarmaya kalksak hoşgörü tıpasıyla ağzımızı kapatan modern mümineleri yeniden nasıl İslam’a davet edeceğiz bilemiyorum.

Kardeşim kıyafetine, tesettürüne, edebine özen göster, ayeti gözardı etme deyince “Tesettür önce erkeğin gözüne inmiştir” aymazlığının ardına sığınan ve edepsizliğini meşru gören güruha edep ve hayanın herkese farz  olduğunu nasıl izah edeceğiz, içinden nasıl çıkacağız bilemiyorum.

’’İnsanlık, ilk günden beri bütün peygamberlerin üzerinde ittifak ettikleri bir söz bilir: Şayet utanmıyorsan, dilediğini yap!’’(Buhari Edeb, 78)

Nasıl bir utanmazlıktır ki bu, hep şeytani işler diliyor, arzuluyor ve uyguluyoruz. “Namaz hayasızlıktan ve kötülükten alıkoyar” buyuruyor Rabbimiz. Ya hiç namaz kılmıyor veya namazın hakkını vermiyor, onu umursamıyoruz. Bu yüzden hayasızlık en büyük hastalığımız haline geldi. Bir insan düşünün; Hayasızca aldatıyor,  gıybet ediyor, laf taşıyor, faiz yiyor, rüşvet yiyor, zekat sadaka vermiyor. Öyle hayasız ki, aciz-ölümlü bir kul olduğu halde Allah’ın ayetlerini görmezden, duymazdan geliyor. Eli duaya, alnı secdeye gitmiyor. Tesettür emrini yok sayıyor veya modaya kurban ediyor. Yarı açık giysilerle dolaşırken, hiç tanımadığı erkekler kendisini süzerken zerrece yüzü kızarmıyor. Yaptıklarından pişman olmuyor, tevbe etmiyor, insanları günahlarına ortak ve şahit ediyor. Bu insanda hayadan eser kalır mı? İman böyle bir kalpte barınır mı? Haya giderse geriye hayasızlıktan, ahlaksızlıktan başka bir şey kalır mı?

Hedefi cennet olan Müminler, dikenli yollarda yürürken, hayasızlık bataklığında boğulan insanları görmezden gelemez. Onların üzerine basıp geçemez. Her birimiz elimizi taşın altına koymalı, bıkıp usanmadan aslında İslam’ın ne olduğunu anlatmalı, unutanlara hatırlatmalıyız. Bir tek insandan bile ümit kesme lüksüne sahip değiliz. İslam’ın özü olan hayayı her fırsatta anlatmak zorundayız.

“İçinizden hayra çağıran, iyiliği emredip, kötülükten men eden bir topluluk bulunsun, işte kurtuluşa erenler onlardır”  (Ali İmrân, 3/104)

Kim “Bana ne!” diyorsa pencereden dışarı baksın. Gözünün önüne baksın. Ateş sokaklarda, okullarda, parklarda… Ateş hemen evimizin dibinde hatta içinde. Ateş eşimizde, çocuğumuzda, komşumuzda, dostumuzda… Ateş salonda baş köşede duran  TV’de, ceplerdeki akıllı telefonlarda, ateş düğünlerde… Herkes bir kova su alıp en yakın ateşe doğru koşsun. Yoksa hayasızlık alevleri hepimizi saracak…

Cahide Sultan