Son dönemde dikkatimi celbeden iki haber oldu. Biri askerlik sırasında intihar eden gençler. Diğeri ise portakal soyamayan askerlerin yenmeyen portakalları geldiği gibi geri göndermeleri…

Sayfamızda yayınlanan son iki yazı çocuklara uygulanan şiddetin yanlışlığı ve sevgiyle, sabırla yaklaşmamız hususunda tavsiyeler niteliğindeydi. Özellikle son yazı da çocuklardan yana olarak yazdığımı dile getirmiştim.

Bu kez yine çocuklardan yana ama farklı bir açıdan bakılmış bir yazı okuyacaksınız.

Çocukları eğitirken ne yazık ki çoğu kez ifrat ve tefrit arası gidip geliyoruz. Sevmenin de, kızmanın da dozunu ayarlamakta güçlük çekiyoruz.

Büyüklerimiz, eski zamanlarda nasıl askerlik yaptıklarını, askerlikte ne sıkıntılar çektiklerini anlatırlardı. Haftalar boyu yıkanmayan kıyafetler, kısacık banyo süreleri, en ufak bir hatada dayak yemeler, onur kırıcı davranışlar ve ağır işlerde çalıştırılmak… 2 sene hatta 4 sene askerlik yapanlar varmış içlerinde.

Bugün askerin yediği önünde, yemediği arkasında. Yatakları, kıyafetleri en konforlusundan, eskisi kadar ağır işler yok. (Doğuda çok zor şartlarda,dağlarda askerlik yapanları ayrı tutuyorum) Ve ilginç olan batıda askerlik yapan gençlerin intihar etme oranı, Doğuda askerlik yapan gençlere göre daha yüksek. Yani sorun sadece terör değil.(askerler konusu sadece bir örnek. Arkada dönen farklı dolaplar, yapılan yanlışlar vardır mutlaka ama bunlar benim bilgimin ve konumuzun dahilinde olmadığı için es geçiyorum)

Bu intiharların sebebi araştırılırken, yenmeden geri gönderilen portakallar konuyla ilgili ipucu veriyor bize. Gençler portakalı dahi soyamıyor veya üşenip soymuyorlar.

Yaşı 20 ye gelip dayanmış bir gencin artık kendi işini kendisinin yapabilmesi, bazı zorluklara göğüs gerebilmesi lazım. Bir genç, ufak tefek sıkıntılar ve zorluklar karşısında tek kurtuluş olarak intiharı düşünüyorsa, eğitim sürecinde korkunç hatalar yapılmış demektir.

Sadece askere giden değil, fakülte kazanıp öğrenci evinde kalan, ailesinden uzakta yaşamak zorunda olan gençler sudan çıkmış balık gibi, ne yapacaklarını bilemeden kalakalıyorlar. Evleniyor, evliliğe adapte olamıyorlar. Bir evin ve eşin sorumluluğunu taşıyamıyorlar.

Eskiden “eti senin, kemiği benim” diye öğretmene teslim edilirdi çocuklar. Şimdi çocuğu azarladığı için kolu kırılana, yüzü morartılana kadar veliden dayak yiyen, silahla yaralanan, hatta öldürülen öğretmenler var. (Maalesef buna bizzat şahit olduk!)

Bir önceki yazımda çocuklara tahammül etmemiz, alabildiğine sabır ve sevgi göstermemiz gerektiğinden bahsetmiştim. Bazı anneler artık hiç bağırmayacağım, hiç kızmayacağım demiş. Bazıları ne isteseler yapıyorum, yeter ki onlar üzülmesin demiş. Dozu ayarlanamamış sevgi ve ilgi, çocuğa yapılabilecek en büyük düşmanlıktır.

Ortaokula giden kızının çorabını hâlâ kendisinin giydirdiğini, meyvelerini soyup dilimlediğini, yeterki ders çalışsın diye suyu bile ayağına götürdüğünü söyleyen komşuma, bunun asla bir iyilik olmadığını söylediğimde “Babası iş yaptırsam bana kızıyor. Çocuk okusun, işleri sen yap diyor” diye cevap vermişti.

Kutsal çocuklar yetiştiriyoruz!  Gerçeklere kapalı bir fanusun içinde; kırılgan yetişmiş, fos gençler salıyoruz topluma. Gereğinden fazla özgürlük tanınmış ama sorumluluk verilmemiş çocuklar ilerde toplumun baş belaları haline dönüşüyor.

Başına bir damla yağmur düşmeyen, dizi yamalı şöyle dursun ağarmış pantolon bile giyemeyen, delik ayakkabı değil, hafif yıpranmışa dahi tahammülü olmayan, markasız  kıyafet giymeyi aşağılık gören çocuklar yetişiyor. En körpe yaşları gelip geçmiş, ama bir kez bile sabah namazına kaldırılmamış, İslami terbiye ve disiplinden uzak kalmış çocuklar dünyaya ram ediliyor…

Daha 1. sınıfta eline cep telefonu tutuşturulan çocuklar, 15-16 yaşına gelince “Aman oğlum neredesin, aman yavrum üşüttün mü” diye sık sık aranıp sorulan pamuk arası çocuklar oluyor. Hani sanki bazı annelerin elinden gelse kocaman çocuklarını yere bile bastırmayacak, hep sırtlarında taşıyacaklar…

Kendi çantasını taşıyabilecek yaşa gelmiş bir çocuğun çantasını hergün annesi taşıyorsa, ayakkabısının bağcığını annesi bağlıyorsa, kızılması gerektiği yerde kızılmıyor sıkça “sen bilirsin yavrum” deniliyorsa bu çocuklardan ileriye dönük çok fazla bir beklenti içine girmeyin derim.

Hele tek çocuk olup bir dediği iki edilmeyen, daha istemeden her bir şeyi önünde bulan, hayal kurmasına bile izin verilmeyen çocuklar ilerde çok acınası durumlara düşebiliyor.

Ölçüsüz sevmek, herşeyi çocuğa sormak, sürekli “alır mısın”, “yapar mısın?” “Sen bilirsin” sözleriyle çocuğa sınırsız özgürlük tanımak, yaptığı saygısızlıkları normal karşılamak, tepkisiz kalmak çocuğun narsist bir karaktere bürünmesine yol açabilir.

Çocuğun her istediğini yapmak, yaptığı hatalar karşısında asla tepki vermemek, kızgınlığımızı belli etmemek çocuğun ebeveynine olan saygısını azaltır. Hele bazı çocukların istekleri yerine gelmediğinde annesine vurması, tekme atması, “Sana ne”, “Seni ilgilendirmez” gibi sözleri ve ukala tavırları kabul edilebilir davranışlar olmamalıdır.

Dayak ne kadar cehaletse, sınırsız özgürlük vermek ve sorumsuz çocuk yetiştirmekte  bir o kadar cehalettir.

Çocuğa sınırları öğretilmelidir. Örneğin, misafirliğe gidilen evde çocuğun çekmeceleri, dolapları, karıştırmasına izin vermek, ev sahibini sıkıntıya sokmasına müdahele etmemek ev sahibine yapılan büyük bir saygısızlıktır.

Anne babalar çocuklarını devamlı sırtlarında taşımak için değil, yürüdükleri zorlu hayat yolunda destek olmak için varlar. Devamlı sırtımızda taşıdığımız çocuklar, bir gün gelir bizi yorar ve onları taşımaya güç yetiremeyebiliriz. O zaman yürümeyi öğrenemeyen çocuklar karşımıza çok daha büyük sıkıntılar olarak geri dönebilirler.

Çocuklara nasıl davranalım?

Öncelikle yetiştirdiğiniz çocuğun ileride bir anne veya baba olacağını, bir evin, bir eşin sorumluluğu alacağını unutmayalım. Her istediği yapılmış, bir sözü iki edilmemiş,  sorumluluk verilmemiş çocuklar, problemli ailelerin temelini oluşturuyor.

Çocuğunuz oturmaya başladığı günden itibaren yaşına uygun sorumluluklar alabilir. Örneğin, dökecek endişesi taşımadan bardağı, kaşığı eline vermek, 7-8 aylık bir çocuk için önemli bir görevdir.

Bir yaşına gelen çocuğa, çoraplarını verip oyun halinde giymesini sağlayabilirsiniz. Çocuğun yaşına göre yapabileceği görevler, alacağı sorumluluklar mutlaka vardır.

Sofrayı kurmaya ve toplamaya yardımcı olmak, oyuncaklarını toplamak, halıyı gırgırlamak 5-6 yaşlarındaki bir çocuğun yapabileceği işlerdir. Çocuktan mükemmeli beklemiyoruz zaten. Sadece onun sorumluluk almasını sağlamaya çalışıyoruz.

12 yaşından sonra erkek çocuklar yakın bir markete gönderilebilir, ekmek veya küçük ihtiyaçlar aldırılabilir. Çöpü atabilir, küçük tamirat işleri öğretilebilir.

Lütfen çocukları yalan ve toz pembe bir hayata değil, gerçek ve içinde acılar da olan bir hayata hazırlayalım. El bebek, gül bebek yetişmiş, hiç bir sıkıntı görmemiş, her isteği yerine getirilmiş çocukların topluma kazandıracağı fazlaca bir yararı olmayacaktır.

Çocuk bilerek yaptığı yanlışın karşılığında bir bedel ödemesi gerektiğini bilmeli.

Çocuğunuz size vuruyorsa, isteklerini vurarak elde etmeye çalışıyorsa, onun size vurmasına izin vermeyin. Ellerini tutun. Fakat unutmayın ki, dayak öğrenilmiş bir davranıştır. Siz en ufak hatasında çocuğa vuruyorsanız, çocukta sizinle iletişime geçmek için vurma yoluna gidebilir.

Çocuklarımıza Hayır diyebilmeliyiz. Hayır dedikten sonra sebebini anlatmalı, kararlı olduğumuzu fark ettirmeli, ağlasa da istediğinin yapılmayacağını öğretmeliyiz. Tutarlı ve kararlı olmak kendimizi saydırmanın püf noktasıdır. Fakat lütfen çok küçük şeyler için de çocuklarla inatlaşma yoluna gitmeyelim. Her şeye “hayır” demek de çocuğun saygısını azaltabilir.  Burada da ölçüyü iyi tutturmak  lazım.

Kendi çocuklarımda şunu yaşadım ki; Çocuklara İslami bir eğitim vermeye çalışmak, çocuklar için en  faydalı eğitim oluyor. Örneğin 8-9 yaşından itibaren beş vakit namaz kıldırılan, sabah namazlarına mutlaka kaldırılan çocuklar, disiplini öğreniyor, sıkıntılarla daha kolay baş edebiliyor.

Yavrularımızla savaş halinde olmamak için, evlerimizi çocuklarımıza göre ayarlayalım. Görüştüğümüz kişilerin evi, kırılıp dökülecek eşyaların fazla olduğu bir evse, ev sahibi çok titiz bir hanımsa lütfen çocuklarımız büyüyene kadar gidip gelmeyi erteleyelim.

Çocuklarımızı çok sevelim. Onlara değer verelim. Hayvan gibi çocuk dövmenin, çok ağır cezalar vermenin bir eğitim olmadığını ve mutlaka bir hesabı olacağını bilelim. Fakat onların bir gün bizden ayrılacağını, kendi hayatlarını yaşayacağını unutmayalım. Kutsal çocuklar yetiştirmek, hem çocuğun, hem de bizim hayatımızı yerle yeksan etmek demektir.

Çocuklarımız Rabbimizin bizlere verdiği eşsiz emanetler. Bu emanetleri en güzel haliyle geri verebilmek için, sevgi, sabır, gayret ve fedakarlık gerekiyor. Yolumuz uzun ve işimiz zorlu olsa da, Allah rızası için, karakterli, ahlaklı bireyler ve temiz bir toplum için yorulmaya ve her türlü zorluğa değer…

Cahide Sultan

Geçmiş yazılardan:

Çocuklarımız cennet gülü mü, cehennem odunu mu?

Alnı secdeli çocuklar (Çocuk ve namaz eğitimi)