Dün günlük güneşlik bir hava vardı buralarda. Birden bastıran yağmurun sesi önce ürkütücü geldi bana. Sonra nasılsa yağmurun sesi kesildi kulağımda. Sanki kendi iç dünyamdaki sesler yağmurun sesini bastırmıştı… Yağmur yağarken dua etmeyi çok severim. Bu yüzden yağmur hiç dinmesin isterim.

Yol kenarından hızla akıp giden yağmur suları, hayata dair çirkinlikleri, şeytanlaşmış insanların kötülüklerini de alıp götürür mü diye düşünmeden edemem…

İç dünyam yine çok gürültülüydü dün… Bana yansıyan hayat hikayeleri, acılarla dolu yaşanmışlıklar, örselenmiş, yaralanmış, yitirilmiş masumluklar… Hem de en yakını tarafından, babası, amcası tarafından… teyze oğlu, dayı oğlu… Akraba mı denir onlara, akrep mi, akbaba mı…İnsan mı denir onlara…

“Anne öğretmen beni oğlanın tekinin yanına oturtmak istiyor” dedi kızım. “Ben bir erkeğin yanına oturmam” dedim öğretmene. Öğretmen “Kız erkek ne farkeder, hepiniz kardeşsiniz” diyor. Hem “halk oyunlarına da katılmam” dedim. “Bir erkeğin elini tutamam ben. Annem de izin vermez zaten”,  “Oofff sende!” demiş öğretmen, “annen de hiçbir şeye izin vermiyor. Ne olur bir erkeğin elini tutsan sanki?”

Çok çağdaşmış yeni öğretmeni. 10. yıl marşını çok severmiş. Kızlar ve erkeklerin kaynaşmasını istermiş hep. Ama öğretmen hiç öğrenememiş hayatı yazık. En yakını olan erkekten zarar gören çocuklara hiç rastlamamış demek ki. Komşunun oğlu, genç bir kızın hayatını nasıl karartmış bilememiş hiç… Gözyaşı dökmemiş bir kadının sönen umutları için… Yitik bir ömrün ızdırabı dokunmamış yüreğine… Hayat boyu korkuyla, endişeyle yaşamak nasıl bir şey, hissetmemiş…Yaratanın kullarını zarif ayetleriyle nasıl korumaya çalıştığını hiç anlayamamış…

“Ve lâ takrebûz zinâ innehu kâne fâhışeten ve sâe sebîlâ”

Zinaya yaklaşmayın. Zira o, bir hayâsızlıktır ve çok kötü bir yoldur.(isra:32)

Ne olurdu sanki biraz daha uzun yağsaydı yağmur… ya da insanlığın, zerafetin dokunmadığı kalpleri süpürürcesine yağsaydı…

Cahide Sultan

Yarın: “İslam İhtimalleri hesaba katar”