Her şey modernizm sevdasıyla başladı. Geleneksel kıyafetler insanlara çirkin olarak gösterilip, dar ve küçük kıyafetler giydirildi bedenlere. Öyle dardı ki bu kıyafetler, ne rahat oturabiliyor, ne de rahat hareket edebiliyorlardı… Uzun ve geniş elbiseler yerine kısa ve dar etekler, şalvar yerine daracık pantolonlar…
Moda denilen illet, kapitalizmin çocuğuydu ama kimseler anlamadı. Ortak çalışır, ortak kararlar alırlardı onlar… Moda allı pullu bir vitrin, kapitalizm ise pahalı bir pazardı…
Eskiden yer minderlerine sere serpe oturanlar, bu dar kıyafetlerle yer minderlerine oturamaz oldular. Ne yana dönseler bir kıyafet engeliyle karşılaştılar… Oturdukları yer biraz daha yüksekçe olsa daha rahat ederlerdi. Bu sebepten önce sedirleri, sonra kanepe, koltukları fikr ettiler… Minderler gitti, yerini kanepeler, oymalı koltuklar aldı…
Koltukta oturulup yemek yemeyi denediler olmadı… Yer sofraları alçakta, gönülleri yüksekte kaldı… Şöyle yukarıda bir alet olmalıydı. Masa koydular adına. Masaya oturmak için ayrıca sandalyeler, sandalyelere kılıflar, masalara örtüler, örtülerin üzeri tozlanmasın diye naylon örtüler, üzerine vazolar, vazoların içine sahte çiçekler… Perdeye uygun masa, masaya uygun halı… Eşyaya uydurulmuş hayatlar…
Herkes yemeğini kendi önünde yesin diye iç içe sehpalar yapıp sundular evlerimize…Haliyle kişiye özel tabaklarda olmalıydı. Kasesi ayrı, pasta tabağı, yemek tabağı, servis tabağı ayrı. Bu takımlar çok yer kapladığı için icad edildi vitrinler, yemek odası mobilyaları, hiç kullanılmayan aksesurlar için gümüşlükler, konsollar… Hepsini temizlemek için ayrı ayrı deterjanlar…
Tüm bunları almaya erkeklerin kazançları yetmedi. Daha çok para lazımdı. Anneler hem anne, hem baba oldu… Çocuklar azaldı, eşyalar çoğaldı evlerde…
Ne gerek vardı yani, ne gerek vardı!? Yer sofrasına bağdaş kurup oturmak, aynı tabağa kaşık sallamak varken ne gerek vardı iç içe geçmiş sehpalara, bol ayaklı sandalye ve masalara, ayrı ayrı onca tabağa ne lüzum vardı?
İki tane raf bütün kap kacağı almaya yeterken, ne gerek vardı sıra sıra, kat kat dolaplara?
Söyleyin ne gerek vardı dünyaya bu kadar kul olmaya? Basit ama huzurlu bir hayat yaşamak dururken, ne gerek vardı eşyaya hizmetkar olmaya? Elin sözüne kulak tıkamak varken, el için yaşamaya ne gerek vardı? Ne derler sözüne bir ömür harcamaya ne gerek vardı?
Cahide Sultan
selamlar olsun cahide abla istanbul göbegınde oturuyorum ve Şalvar gıymeyı sevıyorum halada gıyıyorum bakkalda yerı geldıgınde sokakda bına ıçınde anneme dıktırıp getırtıyorum ama gelın görun kı benım basımada geldı çok yakınım açık bırı bana dedıkı ben onu ayagıma dahı sokup dısarı çıkmam dedı benı asağıladı ışte oda daracık eşofmanla gezenlerden gelde bunlarla aynı çatı altında yaşa dedi
n ya abla akraba degıl akrep dıye bır yazında aynen o dönemdeyım ama sabır sabır sabır 🙂
BeğenBeğen
yüreğine sağlık canım..okurken bile ferahladım..mütevazi döşenmiş evlere gidince öyle huzurlu hissediyorum ki çıkasım gelmiyor..müze gibi evlere gidince de tam tersi hissediyorum..hepsi birbirine benzer evler şatafatlı eşyalar..bizde evlenirken gereksiz eşya istemedik ama yinede salon takımı herşeyiyle alındı..bende bir kaç sene sonra vitrini kitaplık yaptım..yazın herkes evde olduğundan salonda yerde yiyoruz..kışın mutfakta masada..bende elimden geldiğince uğraşıyorum eskiyi uygulamaya..ana yemeği yaptığım gün yanına pilav yapmamaya çalışıyorum..yemek artarsa ertesi gün yanına pilav ya da çorba yaparak takviye ediyorum..Kullanılmayan eşyam yok ama okunmayan cilt cilt kitaplarımız var..sürekli yenilerini aldığımızdan eskileri okumaya fırsat olmuyor..okunmadığı için onlar bile gözüme fazlalık görünüyor..
BeğenBeğen
Serpilciğim sana katılıyorum canım,ben de 11 senelik vitrinimi kitaplarım için almıştım,Türkiye ye geldiğimde bavulla kitap getirmiştim;vitrinin camekanlı yeri de kitap dolu.Artık eskisi gibi değil,internetten de ısmarlıyordum ta ki geçenseneye kadar;sonra dedim ilk önce bir hepsini okuyayım.Yoksa ev kütüphane olacaktı :)Bu da benim hastalığım herhalde :(Ama şu sıralar hiç okuyamıyorum :(Yemek konusunda da bizde tek çeşit vardır.Sulu yemek olursa eşim ve çocuklar ekmek yerine makarna ya da pilavla severler :)Elhamdülillah halimize.Rabbim herkesin yardımcısı olsun amiiin.
BeğenBeğen
birgün annemizin yanına, ziyaret maksadıyla hazreti cabir (radıyallahu anh) gelmişti. annemize,
”şu elbiseni değiştirsen” dedi. çünkü annemizin üzerinde olan elbise yıpranmış ve bazı yerleride yama ile kapatılmıştı. ancak annemiz onun gibi düşünmüyordu ve dönüp cabire şöyle dedi,
” birgün rasulullah(sallalahü aleyhi ve sellem) bana, şayet bana kavuşmayı murad ediyorsan, kullanılamaz hale gelmedikçe elbiseni değiştirme ve bir aylık yiyeceğinden fazlasını düşünüpde saklama gayretine girme. tembihinde bulunmuştu. şimdi ben, rasulullaha(sallallahü aleyhi ve sellem) kavuşacağım a na kadar o nun bana emrettiği çizgiyi hiç değiştirirmiyim?”
annemizin yaşadığı odacığın duvarları toprakla sıvanmıştı. ayağa kalkan herkesin elini değdirebileceği tavanı, hurma lifleriyle kaplıydı. yağmur suyunu geçirmemesi için çatısı yünle kaplanmıştı. sac veya ar’ar denilen ağaçtan yapılmış tek kanatlı bir kapısı vardı ve bu kapı, hayatı boyunca hiç kimseye ve hir bir zaman kapalı kalmamıştı.
o odacığın genişliğini anlatmak için annemiz bir gün şunları anlatmıştı,
”benim uyuduğum sıralarda şayet rasulullah namaza durmuşsa secdeye gideceği zaman eliyle ayaklarıma dokunur, bende onları toplardım ve rasulullah ancak o zaman secdeye gidebilirdi”
bu odacıkta sadece, bir sedir, bir hasır, içi lifle doldurulmuş deriden bir yastık, askıda duran bir deri, su ve hurma koymak için bir kap, su içmek içinde bir kase vardı.
evde geceleri aydınlatacak bir lamba bile yoktu.
yiyecekleri olduğunda sofraya birlikte oturur aynı kaptan yerlerdi. sofralarında mutlaka bir misafir bulunurdu.
bu bilgileri öğrendikce kendimden çok utanıyorum.
birde merak ediyorum, eskiden herkes aynı kaptan yemek yermiş, bizim çocukluğumuza kadar bu böyleydi. ne hijyen kuralları vardı, ne tiksinme vardı. o sofranın tadı çok başkaydı. bu şartlar içinde şimdiki görgü kurallarına göre hijyenden yoksun olan bu sofralarla niye insanlar daha çok yaşıyordu. şimdi hijyene çok önem verildiği halde niye bu kadar çok hastalık var? niye insan ömrü bu kadar kısaldı?
demek sorun hijyende değil, yediğimiz gıdalardaymış..
BeğenBeğen
eskiden insanlar başkalarının degişi ile hijen içinde değildi ama emin olun şuanki pek çok insandan daha sağlıklıydı şimdiki anneler çocuklarının üstüne okadar düşüyorki çocuk vucudu mikrop tanımadığı için hassas ve sürekli hasta ve doktordan çıkılmıyor
BeğenBeğen
Her kese hayırlı gunler. Cahıde ablam yazın çok guzel okuyunca kendı hayatımdakı ne gerek vardı sorusunu sordum ama cevab bulamadım. Çok şükür sade bır hayatım var. Bır göz odada dört kışı yasıyoruz hıc esyam yok , 9 yıldır evlıyım bayramlardan başka ıkı cesıt yemek yaptığımı hatırlamıyorum.Amma kendı dünyamda çok mutluyum. Insanın ahlakı kalbı guzel olmalı evmıs esyaymıs bunlar laf.bunlardan daha guzel seyler var.
BeğenBeğen
Cahide’m yine damardan enjekte etmiş tedavisi sonuc verir eğer kişiler üzerinde tedavi vermezse başka hastalıklarda buluşmak kacınılmaz olacak gibi görünüyor…Bugün dersimde Tekasür ve Maun süresi vardı.Tekasür süresi de bu konuya ne güzel bağlantı yaptı.Allah hiç yarattığını bilmez mi dedirtti mal makam çocuk hırsı biriktirdikçe biriktirme sevdası hatta öyle ki övünmek bu övünmeler mezarlıklara kadar gitmesi mezar taşlarının bile fakir zengin ayrımı yapması ne feci bir durumdur ki bu feci durum ölüm gelecek ahiret var diyen Kur’an vahyine kulak tıkamak oluyor ki o zaman yediğiniz içtiğiniz giydiğiniz her bir nimetten sorulacaksınız Hadiste:Rasulullah bu ayeti okur ”Ademoğlu malım malım! der oysa yediğinden çıkardığı kadar dır giydiği eskittiği kadardır sadakası ise verdiği ve artırdığı kadardır yani kişi ne kadar yiyebilir kişi ne kadar mağazanın kıyafeini giyebilir kişi onca evin eşyasını almaya ve temizlemeye ne kadar gücü yetebilir
evinde aclıktan cıkan Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem Ebu Bekir ve Ömer radıyallahu anhuma onlrla kapıda karşılaşıyorlar aynı dertten olan bu mubarekler ensarın evine giderler orada hurma soğuk su ve kesilmiş koyunu yerler ve kalkacaklrında Rasulullah aleyhi ve sellem bizler buraya evimizden cıkaken ac cıktık şimdi ise tok olarak gidiyoruz bundan sorumlu olacağız der…her bir nimetin sorulması bu nimetleri nerde niçin nasıl harcandığıdır yerde yemek yemişsin ama yanında ki komşun aç yatmış ruhun duymamış.(miskini doyurma emri çiğnenmiş)evinde mobilyaların olmuş bankaya onu alacağım diye gırtlağa kadar faize girmişsin(faizin haramlığını inkar ediyorsun)Allah’a ibadet edeceğin nefesi vücudu temizlik illetinde bitirmişsin…daha niceleri var Uzatmayayım herkes her şeyi bal gibi biliyor ama üzülerek söylüyorum dünyanın çekiciliğine kendini balıklama attı ve çok ta memnun kaldı ne kadar serzenişte olsa da Yazık!Sen affedicisin affı seversin bizleri de affet!:( Fiemanillah
BeğenBeğen
hak talebinde bulunmuyorum zaten helal olsun ne demek:)….
Ağır derken?????
BeğenBeğen
Ey insanlar; Görüyorum ki´ Evleriniz Rum Kayserin evlerine `;Lükse hayranlığınız Kisra nın tutumuna ;servet peşinde koşmanız Karun un anlayışına ;Saltanatınız Firavunun saltanatına ;Nefisleriniz Ebu cehlin nefsine ;Gururunuz Ebrehe nin gururuna ,Yaşayışınız sefihlerin yaşayışına benziyor . ALLAH için söyleyin bana=MUHAMMEDİ OLANLAR NEREDE?
BeğenBeğen
Yukarıdaki yazı YAHYA BİN MUAZ a ait.
BeğenBeğen
valla ben kendi evimdende içindende hoşlanmıyorum yalana lüzum yok içindeki eşyalarla 2 ev rahat döşenir okadar lüzumsuz ve bir çoğu aksesuar olan eşyalarla dolu …. Temizlemesi bakımı beni çok yoruyor ve nefret ediyorum … kendi odamda bile bana yer yok bizim evimizde bizden çok eşyalar kalıyor namaz kılamyı artık geçtim hareket bile doğru düzgün edebilmiş değil bu zamana kadar neye elimi atsam ya çarpıyorum yada kırıyorum elimde değil bir sehpanın üstü çiçek biblo dolu … Ama gelin görün ki kararları ben değil önce aannem sonrada babam veriyor ”kendi evinde at koştur burası benim evim sana laf düşmez karışma herşeye” Deniyor koyuverdim gitsin yani ben yıpranıyorum. suan tezgahın üstü bulaşık dolu yerler kırıntı dolu yapmayacağım ne yaptığımı takdir eden var nede saygı duyan üsteilk bir eşya benden daha değerli kırıldımı bozuldumu kıyamet kopuyor evde.. .. Ne gerek var değil mi… her odada birer tv olmasına 2 bilgisayar olmasına… 1.500 milyarlık fofgraf makinasına… Diplomaya…. hergün aman su kursa git niye zayıf aldın su kızın senden yüksek aldı ne farkı var denmesine… yada ne gerek var kimin ne hissettiğine dopdolu evlerde allahın rahmetini aramaya… Bomboş geliyor bana hepsi inanın hiç eskimiş su modelmiş …. surda diplomaymış… paraymış … sunun girdisi bunun götürsüymüş umrumda bile değil….. Birgün beni bu evden dört kişinin 2 metrelik bezle sarıp bir metrelik çukura dolduracaklarını bildikten sonra bu egoist insanların gözlerini para bürümüş şerefini onurunu beş kurusa satanların dini sadece amaç değil araç olarak görenlerin herşeyi işine geldiği gibi yaptığını bildikten sonra inanın ne üzülmenin ne tasalanmanın ne gereği var ?
Bırakın dünya onların olsun her yerde elleri kolları olsun banka hesapları dolsun tassın vicudları meydanda olsun sereflerini bir dakikada sakız gibi ucuza versinnn ….. ama ahirette bizim olsun … boşverin mobilyayı 84 parça çatal bıçak takımını… led ekranlı televizyonu… kendi evinizde yalnızken allahı anamıyorsanız kıraat salonlarında kuran dinlemenin faydası yok .. kendi evinizde bir metrelik yere seccade sığdıramıyorsanız beş vakiti camide kılmanız bir anlam taşımıyor.. Allah biliyor ki orada hata yapmayacağınızı sizi evlerinizde görmek istiyor …. dört duvar arasında yada banyoda çıplakken ki halinizle nasıl müminsiniz bunu bilmek istiyor yoksa başınıza örtü örtüyorsunuz evlerinizde son moda pahalı eşyalar var hergün ozonluyorsunuz evi ama beş vaktimi kılarım arkdas kuranımıda dinlerim diyorsanız bunlar merifet değil sizin yaptığınızı herkez yapıyor.. şeytan hergün parmağında çevirip duruyor siizi farkında değilsniz… sizler evinizde iyi bir eşsseniz iyi bir evlatsanız iyibir müminseniz… işte ozman cennet sizindir… Evleriniz moda kapağı,tıbbi labaratuar değil kıblegahınız olsun..
Nuraddin yıldız hocamızın çok güzel bir sohbeti var bununla alakalı burada video nasıl ekleniyor bilmiyorum bilseydim paylaşacaktım ”EN YAKIN CENNET EVİNİZDİR” lütfen bu sohbeti dinleyiniz evinizde maddi manevi çok fazlalık olduğunu fark edeceksiniz sizi seviyore öpüyore canlar
BeğenBeğen
İnşallah birgün şurda güzelce yazdığım imlalı noktalamalı rahatça anlaşılabilen bir yazımı göreceğim ölmeden bir kere göreceğim inanıyorum yanı 😀 allah büyük 😀
BeğenBeğen
müberracım şimdi salonu yada diger odaları bırak artık banyoda bile evrim geçirdi duşa kabinden tut jaluzilere kadar orada bile çiçek biblo vs….. var banyo demeye bin şahit gerek
BeğenBeğen
Yazıyı okurken bi an çocukluğuma gittim…Eşyaların az mutluluğun çok olduğu yıllarıma 😦 Bulgur pilavının pişip bütün kardeşlerimle annemle babamla oturduğumuz basit ama o lezzetli soframıza …Cahide ablacım öyle etkiledi ki bu yazı beni 1 dakikada çocukluğuma döndüm 😦 Yazılarını çok beğeniyorum…Rabbim razı olsun..
BeğenBeğen
ne kadar doğru canlarım ne kadar doğru.ablam ”anneler hem anne oldular çocuklarına hem baba oldular” bu cümleni okuyunca aklıma geldi.ehli küffar zamanında babalarımızın maaşlarını kesip kısmış ki bu maaş aileye yetmesin iki kişi çalışmak zorunda kalsın… bu ikinci kişide annelerimiz.:(( ki bu durumda ahlak, toplum baştan bozulmaya başlıyor.Zira belirli ölçüler çevresinde çalışmak zorundasın…
çok uzun yazamıycam ama bütün yazdıkların kelimesi kelimesine doğru ablam.Rabbim razı olsun.kalemine , yüreğine güç kuvvet versin.Seni korusun.
BeğenBeğen
Ben yazınızda “Ehli küffar” diyerek neyi kastettiğinizi anlayamadım, açıklayabilir misiniz? Şahsen benim babamın emekli maaşı halen yetmiyor, sebebi de kira ödüyor olmaları, yani ben çalışmazsam annem babam sokakta kalır. 70 yaşında bir babam var annem ev hanımı ben evliyim ve çalışıyorum, şu an çocuk bile düşünemiyorum bu sorumluluklardan dolayı. Zamanında yapsalarmış diyebilirsiniz ama yapmadıkları için Allah’a şükrediyorum, devletin malını çalıp sonra vergisini ödedik diyerek ardından bir seçim öncesi tapu affıyla ev sahibi olacaklarına haramdan sakındıkları için şükrediyorum. Zira bu şekilde ev sahibi olan yurttaşlarımı esefle kınıyorum.
Anlayacağınız halen kadın çalışmadığında kira ödeyip büyük şehirde yaşamak imkansız, maalesef bir köyümüzde yok. İstanbul da 100 senedir ayakta kalma çabasındayız. Yazılanları okuyunca kimi yorumlara çok imrendim ama çalışan kadın her daim Türkiye’nin gerçeği olacak.
BeğenBeğen
ALLAH c.c razi olsun ne güzel anlatmissin abla…Ne güzel okunuyor..Hikaye gibi yazmissin ama ayni böyle de hikayelerle de uyutuyorlar bizleri,icerigi farkli hikayelerle…Esyalara köle yapiyorlar..Gecenlerde artik kanepelik yapamayacak hale gelen kanepeleri degistirdim ama evvelinde burda türk magazasi var ordan almaya niyetlendim inan abla söyle sade birsey bulamadim,elim bos ciktim…Ne kadar cafcafli,süslü,tasli hersey..Inan yabancilarin koltuklari bu kadar degil..yurtdisinda yasayan kardeslerim iyi bilir…Yabanci sevimliligi yaptigimdan degil halimize aciyorum gercekten..
Rabbim gözü tok olanlardan eylesin insaALLAH,amin…
BeğenBeğen
selamun aleyküm cahide abla
eşya saplantısına ben de çok karşıyım.geçen evime birkaç arkadaş geldi.evin ferahmış dediler.aslında evimiz küçük.ben de bizde eşyaya kölelik yok o yüzden ferah duruyor dedim.yemekleri ayrı tabaktan yiyoruz.bence ayrı da olmalı.çünkü yok boğaz enfeksiyonu yok grip hastalık bitmiyor.ayrıca kimi tuzsuz yiyor,kimi tuzlu,kimi acısız,kimi bol baharatlı…..ama sofrada her kişinin önünde bina gibi üst üste yığılı tabaklar ve yanyana dizili kaşıklar,çatallar olmuyor.eğer bir evde bir eşya 6 ay boyunca hiç kullanılmıyorsa bir ihtiyaç sahibine verilmeli,evde tutulmamalı diye düşünüyorum.
ALLAH’a emanet ol.
BeğenBeğen
o kadar güzel yazmışsınızki Aallah sizden razı olsun
BeğenBeğen
sitenizi uzun süredir takip ediyorum ilk defa bu gün yazmak nasipmiş konuyla ilgili bir köşe yazısı paylaşmak istedim
Dağınıklık
Bir kere, şuradan başlayalım.Kanaatsizliğinden.
Ruhunu kara bulutlar gibi kaplayıp kasvet yağdıran daraltının bir nedeni de, bu kanaatsizlik. Kanaatsizliğin müsebbibi aşırı ihtiyatın, aşırı ihtiyatın müsebbibi biriktirme hastalığın.
Bir bak, mesela çekmecelerine… Dolapların kapaklarını şöyle bir arala. Evinin odalarını bir baştan öteki başa bir de bu gözle dolaş.
İstiflenmiş bir hayat göreceksin mutfak dolaplarında, şifonyerinde, gardırobunda.
Belki bir gün lazım olur, diye bir türlü “elden/gözden çıkaramadığın” eşyalar mezarlığı ile karşılaşacaksın oralarda. Bir gün bu dünyanın seni elinden çıkaracağını, o gün sen de sana ait sandığın her şeyin elinden kayıp gideceğini bile bile bak onlara.
O, “bir gün lazım olur” günü gelmeden öleceksin.
Kullanılmadan öylece duran her eşya insanın ruhunu ağırlaştırır.
Onca eşya ölüsünü sırtlanmış nereye gidiyorsun?
Bir düşünürsen, en çok hangi ruh halindeyken mutsuzsun diye, onca göstermelik yanıt arasından çıkagelir tek bir sahici cevap: “Bir işe yaramadığımı hissettiğim zamanlar, kendimi en mutsuz hissettiğim zamanlar.”
Ruhuna bulaşan sandık lekesi
Bil ki, bir gün kullanılmayı bekleyen atıl eşyaların üzerine sinmiş o karartı senin de ruhuna bulaşıyor. Sandık lekesini, hangi deterjan hangi kuru temizlemeci çıkarabilmiş ki şimdiye kadar… Peki sen onlardan ruhuna bulaşan bu sandık lekesini nasıl çıkaracaksın?
Şimdi hayal et.
Sen ölünce arkanda bıraktıklarına ne olacağını gözünün önüne getir bir.
O istiflenmiş eşyaları kim elden çıkaracak ardından tek tek?
O dağınıklığı kim toplayacak sence?
Ölmeden önce ölecekmiş gibi yaşa ve bu işi ölümden sonra başkasına bırakma.
Onları “at” diyemem, onları “elinden çıkar” diyebilirim.
İnan, ruhun büyük bir yükten kurtulacak.
Gelelim israflı bir hayatın biçimlendirdiği evine.
Eşyalarını tek tek kontrol et ve şunu sor: Hangilerine gerçekten ihtiyacım var diye, hangilerini “hoşuma gitti” diyerek aldım?
Cevap can sıkıcı değil mi?
Bir anlık nefsani bir almanın hazzı uğruna, evini bir mezarlığa dönüştürdün.
Unutma ki, ihtiyacın olduğundan değil de nefsine haz yaşatmak uğruna evine getirdiğin her eşya yaşadığın alanı; tıka basa dolu mekân da ruhunu daraltıyor. Sonra da duvarlar üstüne üstüne gelmeye başlıyor, bu ev beni sıkıyor, nefes alamıyorum diye şekvaya başlıyorsun.
Evin nefes alamıyor ki sen alasın.
Takvim yapraklarına bir bak.
Kainattaki düzen ve intizamı, nizamı göreceksin.
Hiç şaşmayan bir hayat var bizi kuşatan.
Takvim yaprakları, bize hiç şaşmayan bir nizamın delilidir. Mutlak Varlığın “Munazzım” isminin tecellisidir o yapraklar.
Sonra, Mülk Sûresi’nin üçüncü ve dördüncü ayetine kulak kesil.
“Yedi kat göğü birbiriyle tam uyum içinde yaratan O’dur. Rahman’ın yaratmasında hiçbir nizamsızlık göremezsin.
Gözünü çevir de bak.”
Hadi, gözünü çevir de bir bak. Sonra şu sorunun cevabını ver: “Herhangi bir kusur görebilir misin?”
“Sonra tekrar tekrar gözünü çevir de bak, gözün bir kusur bulamadığından, eli boş ve bitkin geri döner.”
Sonra da çantanı açıp oradaki karmaşaya bir bak. Telefon, adres, not kâğıtları, alışveriş fişleri, faturalar ve broşürlerle dolu çantanda nizamsızlığın hamallığını yaptığını gör.
Ya da masana nazarını sal.
Hatta karşında açık duran bilgisayarının masa üstündeki oraya buraya atılmış darmadağınık duran program uygulamalarına, dosyalara bak.
Masanın üstü dağınıksa zihninde düzen arama. Boşu boşuna zihninin bir intizamla işlemesini bekleme.
Gardırobun karman çormansa bil ki ruhuna da bulaşmıştır bu.
Şimdilik şuraya koyayım da sonra kaldırırım dediğin eşyalar aylardır koyduğun yerde durmuyorlar mı? Onlara baktıkça içinde bir bıkkınlık hissi uyandırmıyor mu?
Hadi dürüstçe söyle.
Odanda neyin nerede olduğunu zor buluyorsan, zihninde de neyin nerede olduğunu zor bulursun.
Hayatın dağınıksa, zihnin haydi haydi dağınıktır.
Munazzım isminin tecellisine mazhar olmak
Tamam, sana demiyorum ki düzen, intizam abidesi ol, hayatlarını her an eşyalarını düzenlemekle geçiren, geçici dağınıklıklara bile tahammülü olmayanlardan ol.
Mutlak Varlık, “Munazzım”dır, düzeni ve intizamı, düzenli ve intizamlı olanları sever.
Hemen kolları sıva.
O’nun Munazzım isminin tecellisine mazhar olmak için ama.
Yoksa, düzenli ve intizamlı olmak da boşuna bir eyleme dönüşür bu dünyada.
İşte böyle nefsim.
Dağınıklığın bir başka çeşidi daha var ki, o da öbür haftaya kalsın.
Mustafa Ulusoy (Zaman)
BeğenBeğen