Serap sesli düşünmüş yine 😉 Seviyorum ben  bu kızı yaa 🙂

Müsadenizle yenidoğan alışverişi hakkında birkaç cümle etmek istiyorum. Gerçi siz benim yenidoğan alışverişi dediğime bakmayın. Zira “Doğmamış bebeğimin 8 yaşına kadar ki kıyafetlerini aldım, ne yapayım çok ucuzdu.” diye empoze edilmeye çalışılan büyük bir sektörden bahsediyoruz.

Mümin insan, bir şeye ihtiyaç duyduğunda o şeyin olmazsa olmazlığını tartan insandır. Çünkü israf haramdır, dünya malı aldatıcıdır. Aynı zamanda mümin insan yenidoğan alışverişine  çıktığında kendini kaybeden kişidir; “Ay ama bu çok tatlı!”

Boyu her ay üçer beşer santim uzayacak olan bu minik şeye en ünlü markalardan, takım takım kıyafetler almasanız da, çuvalda giydirseniz tatlıdır o zaten. Kokusu, gülümsemesi, parmağınızı tutmak için uzanan parmakları, sesinizi duyduğunda çevirmeye çalıştığı yüzü onu tatlı yapmaya yeterde artar bile. Yetmez mi?

Bütün gün yatan sonrasında yuvarlanan, sürünen, emekleyen, yürüyen, koşan bebeklerin kıyafetlerindeki bu lüzumsuz ayrıntılar niye? Minik kravatlar, kat kat tüllü etekler, boncuklarla süslenmiş üstler, kemer bile kondurulmuş mini mini altlar neden var? Çünkü “çok tatlı”.  Hele bir de bayram, doğumgünü, mevlüt vb. özel zamanlar için giydirilen o sıkıcı, rahatsız edici, abartı derecesinde süslü kıyafetler yok mu dayanılır gibi değil. Babasıyla aynı takım elbiseyi giyen küçük adamlar, annesiyle aynı elbiseyi giyen küçük kadınlar.

Komandodan hallice bir sportif faaliyet içerisinde olan bu minik insanların toplum içerisinde şık görünmek gibi bir kaygıları olduğunu sanmıyorum. Muhtemelen keşiflerini yaparken rahat hareket edebileceği, onu sıkmayan, lekelense ya da deforme olsa da büyüklerin sorun etmeyeceği kıyafetler tercih etmek istiyordur ama kapitalizm bebeklerin konuşamıyor oluşunu da kendi lehine çevirmeyi biliyor ne yazık ki.

Yenidoğan alışverişinde bebek 3 aylık olduğunda giyeceği tulumlar bile alınır. Yazın doğacak bebeğe polar battaniyeler unutulmaz. Günlerinin çoğunu annesinin koynunda geçirecek olan, ince bir battaniyenin yeteceği kuzucuğun yorganını almayı ihmal etmez kimse. Sade bir havlunun yapacağı iş için minicik, şirin mi şirin bir bornoz bile alınır hatta inanmazsınız ama terlikleri bile var. Boy boy biberonlar, çeşitli emzikler, mama kaşıkları, desen desen önlükler, aynısının yetişkin versiyonlarının da olduğu küçücük ayakkabılar, birkaç takım nevresim…

Bir şey unutulursa yandığımızın resmidir. Zira bebek doğduktan sonra bir daha asla alışveriş yapamayız; eşimiz iflas edebilir, savaş çıkabilir, sevdiğimiz markalar birer birer ülkemizi terk eder (inşaAllah!), ekonomik kriz olur, komşular ayıplar vs. Anne doğum yaklaştıkça bebeğin odasında daha çok vakit geçirir olur. Günde bir kez envanter sayım yapar her ihtimale karşı. Bebek doğmadan önce yapılan hoş geldin partisinde arkadaşlar 3 yaşına kadar giyeceği kıyafetleri dahi getirmiştir. Bebek doğduktan sonra gelenlerle artık bir oda dolusu çocuk giydirilebilir olur.

Belki ileride lazım olur dediklerimizle, kapıların arkasında sakladıklarımızla, balkonlara istiflediklerimizle 3 tane aile ev kurar. Tamam hemen itirazlar yükseldi, 3 olmasın 2 olsun fark eder mi? Ev üstüne ev kurmuşuz, omuzlarımıza taşıması zor yükler bindirmişiz ayrıntısı çok mu mühim?

Ayakları çıplak minik bebeği hatırladınız mı? Hani soğuktan donarak ölmüştü de bedenini karton kutuya koymuşlardı. Nasıl yaşamış bir yüzü vardı onun, hiç yaşı olmamış ama yaşlanmış gibi, kısacık ömründe çok şeyler görmüş gibi. Hani fotoğrafa bakıp bakıp ağlamış sonrada çamaşır katlamıştınız uzun uzun; kazaklar buraya, pantolonlar buraya…  İçeride uyuyan yavrunuzun çoraplarını sıra sıra dizmiştiniz çekmecesine; bir, iki, üç, dört…

Erkam Radyo’da  en son dinlediğim programda Nureddin Yıldız ve Ahmet Taşgetiren’in konusu zekattı. Muhabbet arasında,”Kişi yüzünü güldüren her şeyden hesaba çekilecek.” cümlesi edildi ya ben orada kaldım. An durdu. Mesela aslında beş tane tulumu varken, yoğun gündemden, sürekli bir yerlerde ölüp duran insanların gösterildiği haberleri izlemekten sıkılıp kafamızı dağıtmak için çıktığımız avm turunda gördüğümüz, “Ama baksana şuna yumuşacık, arkasında ponpon bile var” diyerek aldığımız fazladan bir tulum  içinde mi hesap vereceğiz hocam diye sorasım geldi.  Cevabı biliyordum ya soramamış olmayı çok takmadım kafama. Bir damla suya hesap vardı da, dolaplar dolusu kıyafete mi yoktu? Gerçi bunlar hep ihtiyaçtan, yoksa hiç sevmiyoruz alışveriş yapmayı.

İnsan dünya telaşına kapılınca aslında hiç unutmaması gerekenleri unutuyor ya, aklından salıp gidiyor ya, işte bu felaketimiz olacak, korkarım.

Ve her ne hikmetse doğmamış yavrularına mendilden battaniyeye, hiç eksiksiz bol bol eşya düzen aileler, iş akika kurbanı kesmeye gelince kesemezler. Maddi durumları el vermiyordur çünkü.

Birde son olarak günahlarımıza, aldırmazlığımıza, doymazlığımıza kefaret olur niyetiyle SURIYE yazıp 3072’ye gönderelim. Ama bir kez değil birkaç kez, aklımıza geldikçe e mi?

SALİH’İN ANNESİ SERAP